Aksu, Düzce, 15-16 Ekim 2016
Geziye Katılanlar: Mehmet Özgün Demir, Serhat Uzun, Uğur Özkan, Emre Can Güzel, Birgül Kalkan, Hulusi Uslu, Erdi Şencan, Nermin Akın, Aybüke Yıldırım, Gamze Baydemir, Burak Gökyer, Melih Hayırsever, Burak Dindar, Gökhan Bayraktar, Bensu Elmacı, Selen Özkelebek, Ebru Tütüncüler, Furkan Türker, Batuhan Balkan, Resul Ekrem Zengin, Recep Can Altınbağ, Anıl Alyanak, Serkan Boynueğri, Seyyidi Kerim Parlak, Elif Yavuz, Duygu Bahar Erateş, Onur Yavuz, Çağrı Çetin, Hakan Turğay, Tuna Tunçman, Özgür Barış Zengin, Batuhan Batur, Bengisu Erçevik, Ahmet Akdağ, Erdinç Kara, Kaan Corum, Ezgi Gülay, Mahmut Açık, John Bogren, Özgür Barış Zengin, Halil Habip Atıcı, Deniz Doğa Akın, Sibel Güngör, Elif Gizem Cengiz, Suna Yavaş
Uzuuun uzuun saatler, uzun günler önce bünyesine dahil olduğum İTÜMAK ile Düzce’den döndüm. Katıldığım ilk gezinin yazısını yazmayı kabul etmek gibi bir hata yaptım. Neyse ki gezinin büyük kısmında uyanıktım ve yazacak bir şeylerim var. Kötü bir sırt çantası, çadırım ve uyku tulumumu sırtlayıp İTÜ’ye doğru yola çıktım. Açıkçası çok da heyecanlı değildim. Hava soğuktu, açtım ve çantam çok ağırdı. Var olan heyecanımı da kaybetmiştim. Arkadaşımın ısrarları üzerine, çantamı sürükleye sürükleye geldim. Okula varıp diğer insanlarla karşılaşınca, heyecanları bana da bulaştı herhalde bilemiyorum. Birdenbire en çok yapmak istediğim şey Aksu Mağarasına gitmek oldu.
Saat 00:45 civarında İTÜ’nün içinden bindiğimiz otobüs hareket etti. Herkesin otobüste olduğundan emin olmak için yoklama almaya başladık. On dakikada alınan gelmiş geçmiş en az verimli yoklamaya tanık olduk. 02:00’da molamızı verdik. 4:30 sularında yolu bulmaya çalıştıklarından yaklaştığımızı anladım, zaten bundan 10-15 dakika sonra otobüsteki eşyaları indirmeye başladık. Kamp alanına da saat 5:00’i biraz geçe vardık. Yorgunduk ve sedyenin çubuklarını bulamadığımız için biraz tedirgin olmuştuk ama onun dışında yolunda gitmeyen hiçbir şey yoktu. Varma sigaraları yakıldı. Şuram ağrıyor, buram ağrıyor şikayetleri edildi. İlk gezisi olanlar havalı kamp malzemelerini kıskandı. Çadırlar kuruldu. 6:30’u biraz geçe döşeme yapacak ekip mağaraya girmek için yanımızdan ayrıldı. Shift planı okundu ki erken girecekler saatlerinden haberdar olsun. Döşemeden sonra ilk girecek ekip zorla uyutuldu. Saat 7:26 güneş doğuyor, kuşlar cıvıldıyor, biz yatıyoruz.
9:00’da ilk shift içeri girdi, kahvaltımı yaptım, karnımı doyurdum geri yattım. 11:00’ e doğru tekrar uyandığımda ne yemek yapsak tartışmaları başlamıştı. Gerekli günlük sosyalleşmeler yapıldı. Çok kahveler, çok çaylar ve çok sular içtik. Bir şeylerden çok içince malum, suyumuz bitti, birileri su almaya gitti. Çok değerli ateşimize odun atıldı, sıcak ve susamamış hayatlarımıza devam ettik.
Akşam saat 19:00’a kadar 6 shift mağaraya gitti. Bulgur ve patatesli nohut yaptık, yedik. Tam bu sularda, her sene gelip musallat olan sevimli köpek ortaya çıktı. Çöplerimizi karıştırıp, yemeklerimizi çalıp, ateş başında yanımıza katıldı. Saat ilerledikçe kamp ateşine muhtaç olunan saatler başladı. Son shift de mağaradan çıkınca, mağara yorgunlarımızı doyurduk ve hepimiz ateş başındaki yerimizi aldık. O gün ateş başında içtiğim kadar çayı, liseli solculuk zamanlarımda bile içmemişimdir/ içmemişizdir. Geceye doğru puding ve krem şanti yaptık. Kamp pastası yapacaktık.
Pastabanlarımız kayıp… Aramızda pastaban hırsızları mı var dedik. Birileri onlar olmadan yemeyelim diye çadırına mı sakladı dedik. Köpek almıştır bile dedik. 15 dakikalık arayış ve komplo teorileri üretimi sonunda ‘’Bu bizi durdurur mu?’’ dedik. Tabi ki hayır. Puding ve krem şanti karıştırıldı içine marshmellowlar batırıldı. Yıllık şeker ihtiyacımızı bir gecede tamamladık. Korku hikayeleri dinledim. Çılgın kamp anıları dinledim. Çılgın mağara anıları da dinledim. Ateş başından kalktım çay almaya, yoksa yapmaya. Oturdum semaverimizin başında, orada ısınmaya çalışan iki kişiyle beraber. Gurme çay yaptık. Çok gurmeydi. Aşırı gurmeydi, öyle böyle değil. Çayı duruladık 70 derece olduğuna canı gönülden inandığımız suya koyduk. 15 dakika demledik. Bir sonraki geziye gurme çayı için çubuk tarçın getirmeye bile karar verdim.
Saat 1:00’i biraz geçe ertesi gün sabah erkenden mağaraya gireceğimi düşünerek yattım uyudum. Çay gurmeleri semaverin başında oturmaya devam etti. Sonradan öğrendiğim üzere o gün 3:40’ta son insan ateş başından kalkmış. Sabah erken mağaraya gireceğimden 9:00’da kalktım kahvaltı yapmaya. Henüz sabah 8 shifti bile girmemişti. Ateş başı muhabbeti için oturdum. Artık hazırlan dediler gittim, hazırlandım ateş başına döndüm. 12:00’de girdik. “Bu kısmını sadece 5 kişilik mağara shiftimiz bildiği için yazıyorum. 2 buçuk saat sonra mağaranın genelde gidilen son kısmına geldik. Oturduk abur cuburlarımızı yedik. Şarkılar söylediler. Vee ışıklar kapatıldı. Mutlak karanlık… Grubumda bir yoga eğitmeni vardı. Bize Sanskritçe bir mantra söyletti. Arkada çok hafif bir sus sesi ve bizim nefes seslerimiz vardı. Ölmüş gitmiş bir dilde şarkı söylüyoruz. Çok mistik bir ortamdı. 2 dakika falan süren mantradan sonra biraz geyik yapmaya devam ettik ve sonra geri dönmeye başladık.
Çıktığımızda saat 16:00 olmuştu, hiç umudum yoktu ama ateşimiz hala yanıyordu. Sandığım kadar üşümemiştim de. Çıkınca giyindim çadırımı topladım ve koşarak ateşin yanına çıktım. Son bir yemek yedik. Güzel soslu makarna ve barbunya yemeği. Sıcak yemek güzel şey. 17:30 gibi kamp alanından ayrılmadan, minik bir gururlanma yaşadım. Gelip bulduğumuzdan çok daha temiz bırakmıştık. Bu sefer, gelirken yaptığımın aksine, taşıyabileceğim kadar eşya alıp, otobüse yürümeye başladım. Herkes otobüsün yanına vardığında, gezi sonu toplu fotoğrafı çektik. Otobüse yerleştik ve yola çıktık.
Ekipler:
- Döşeme Shifti: Emre, Birgül, Aybüke (6:30 – 8:30)
- Emre, Aybüke, Ahmet, John, Erdinç (9:30 – 12:50)
- Uğur, Gamze, Barış, Deniz, Kaan (11:00 – 14:50)
- Özgün, Erdi, Halil, Anıl, Onur (12: 15 – 15:20)
- Nermin, Burak G., Furkan, Serkan, Ekrem (13:30 – 17:00)
- Hulusi, Birgül, Özgür, Batuhan Batur, Bengisu (15:30 – 18:40)
- Serhat, Melih, Duygu, Elif, Selen, Ebru (16:40 – (20:50-22:10))
- Emre, Burak D., Çağrı, Hakan, Tuna, Gökhan (19:00 – 22:40)
- Serhat, Birgül, Mahmut, Recep, Ezgi (9:40 – 11:30)
- Hulusi, Nermin, Batuhan, Kerim, Elif (11:00 – 13:20)
- Toplama: Emre, Burak G., Bensu, Sibel, Suna (12:10 – 15:40)
Suna Yavaş
Notlar.. Çekirdek kadro olarak semaverin başında çekirdek çitleyip çay içerken birbirimize daha da yakınlaştığımızı hissediyorduk… Napalım, semaverin ateşi küçüktü çünkü. Serhat arada sinirlenip odun atıyor, ateş başındakileri yakıyordu ama nafile, kılını kıpırdatan yoktu. Sonra kendimizi çikolatalı puding, krem şanti, kakaolu püskevit ve marksmelovdan oluşan bir dünyada yaşarken bulduk, akabinde Erdi elinde bonibonlarla siyah beyaz dünyamızı renklendirmeye geldi.. Mağarada ilk bacanın karşısında hayrete düştü bazıları, ‘buraları hilti’yle açıp kenarları mı yuvarladınız?’ diyen oldu, geri dönen oldu (Bacadan mı yoksa Hulusi’den dolayı mı orasını anlayamadık). Melih’in inci göresi geldi. Ama şüphesiz ki mağaranın yıldızı hor görülen şift oldu (valla benim olduğum şift diye demiyorum). Arkamızdan zonta şifti diye yazmışlar, oysa ki Serhat, Mahmut, Recep, Ezgi, Birgül olarak mağarada kelebek gibiydik. Kampta Uğur’un tam olarak ne olduğunu bilmediğim yeteneğiyle odun, tencere, kap, bardak vs. üst üste koyarak harika bir enstalasyon örneği ortaya çıkardığını atlayamam doğrusu. Yeni dönem, yeni insanlar… ve tabii ki erasmuslu olmazsa olmaz. İsveçli arkadaşımız John iki günde temel prensipleri öğrendi. Ankara havası duyunca oynamaya başlıyor, önüne patates cipsi gelince bile ‘oha bilmemnenekoyim!’ diye tepki veriyordu. Kendisi Göteborg’dan geliyormuş, Stockholmlular badassmiş, göt iyi güzel demekmiş orada, biz de bizim memlekette göte göt denir dedik, hoşuna gitti. Dönüş yolunda Özgür’ün otobüste en arkaya geçip kendini tamamen unutturduktan sonra Emre’ye cevaben attığı düğümle gelip şovunu yapması takdirimizi aldı. Mikrofonu eline alan muavin oldu, onun dışında bizi yeni yeni tanıyan arkadaşları daldan dala engin müzik zevkimizle biraz dumura uğrattığımız doğrudur. Sanırım oyun oynanmayan tek tük kamplardan biriydi, yolda da oynamadık, Bensu da ‘hadi oyun oynayalım’ demedi zaten, ondan hep… Sevgiler Birgül Kalkan